Darbeye Karşıyız ama Logolu mu Logosuz mu?

15 Temmuz, yaşayanların asla unutmayacağı çok acı, bir o kadar da hepimizi korkutan bir girişim olarak tarihe geçti. Halen meydanlarda demokrasi nöbeti tutan milyonlarca insandan görüleceği üzere korkutan tanklar ve silahlar değildi. Korkutan ve acıtan belki de hemen yanımızda duran kimselerin birden başka bir şeye evrilmesi. Birden aslında bugüne kadar gizlediği görevini açığa çıkararak aklını yitirmiş fedailere dönüşmesi, hatta canımıza kasdetmesiydi. Akıl alır gibi değil gerçekten.

Yaşanan bütün bu acı olaydan sonra hemen herkes yakın zamanda hiç olmadığı kadar birlik oldu ve bu kalkışmanın karşısında yer aldı. İnsanlar bireysel tepkilerini meydanlarda ve sosyal medya hesaplarındaki paylaşımlarında yaparken kurumlar da birer birer bildirilerini çeşitli mecralarda yayınladı.

Darbe girişiminin olduğu hafta sonu akabinde, ilk gün 18 Temmuz Pazartesi, Türk Telekom ve THY  darbeye karşı duruşlarıyla bu tarihi gazetelerin sayfalarında yerlerini aldılar ve ayrıştılar. Devamında pek çok kurum da ilanları ve farklı mecralardaki yayınlarıyla duruşlarını gösterdiler elbette.

Kalkışmanın şokunu üzerimizden attıktan sonra firmalar da kendini biraz daha toparladı ve iletişimlerini hızlandırdılar. Bu noktada çok açığa çıkmamış başka bir tartışma da alttan yürüdü. Her ne kadar sürekli güncellenen bir gündem içinde kendine fazla yer bulamasa da üzerinde konuşulmaya değer bir konu.

 

Darbe kınama mesajları, meydanlarda dağıtılan ikramlar, kısaca yapılan iletişimler ve sunulan faydalar neden firmaların logoları ile yapılıyor, bu reklam olmuyor mu, böylesi bir durumda  nasıl reklam düşünülebilir?

 

Meydanlarda logosu olmayan araçlarla bisküvi dağıttığını bu video ile öğrendiğimiz Murat Ülker’in de bu konuda bir değerlendirmesi var. Özetle; “Biz vergi rekortmenleri listesinde dahi adımızın açıklanmasını istemiyoruz, ayıptır, insanlar demokrasi nöbeti tutarken benim kamyonumda logom olursa reklam olur, bu da yakışık almaz diye düşünüyorum” diyor. Saygı duyuyorum.

 

Aynı şekilde logoları ile iletişim yapanlara sosyal medyada başka yorumlar da yapıldı:

 

Özellikle ajansların hızlı aksiyon almayı gerektiren böyle bir durumda refleksleri zayıf, kafaları hep ticari çalışıyor. Marcom’cular da bu ekstra alışılmadık durumda sürece ne kadar müdahil olabildiler bilinmez. Elbette bazı şirketlerin ticari sloganlarını da işin içine katarak yayınladıkları kınama mesajları eleştirilebilir. Ancak bu dahi hoş görülmelidir fikrindeyim.

 

Oysa şunlar unutulmamalıdır;

  • Markalar; bir şekilde darbeye karşı duruşlarını açık ve net olarak ilan ettiler. Gazete ilanları, TV spotları, basın bültenleri yayınladılar.
  • Markalar; halkın yanında olduklarını meydanlarda yer alarak göstermek istediler. Su dağıtarak, bisküvi dağıtarak, ücretsiz telefon görüşmesi yaptırarak, data paketi hediye ederek.
  • Meydanlarda bulunanlar ihtiyaç sahibi kimseler değil, bir duruşu sergilemek için toplanan insanlar. Bisküvilere, sulara vb. dağıtılanlara ihtiyaçları yok. Bu yüzden markaların meydanlardaki varlığı da bir hayır kampanyası, bir sosyal sorumluluk projesi için değil, bir duruş göstermek içindi.

 

Öyleyse;
Böyle bir duruş kimliksiz olmaz ve
markaların kimlikleri de logolarıdır.

Amblemleriyle, logolarıyla, personelleriyle, araçlarıyla, ürünleriyle bir şekilde meydanlarda ve mecralarda halkın yanında durduğunu gösteren her markaya bir birey olarak müteşekkirim.

 

Atıştırmalık İçerik (Snackable Content)

Son dönemin daha çok konuşulması muhtemel terimlerinden biri Snackability. Cannes’da da epey bahsi geçmişti. Kavramı tanımlayan kelime –snackability- bile açıklamaya gerek olmadan ne demek istediği hakkında fikir veriyor.  Ancak kısa bir açıklamaya ihtiyaç duyarsak Ahmet Akın’ın şu izahı gayet öz:

“İçinde yaşadığımız çağda, uzun süreli zaman, dikkat ve emek isteyen bir yemek gibi olmak yerine bir “atıştırmalık” gibi olmak. Bir “atıştırmalık” kadar rahat ulaşılabilir olmak, tüketmesi keyifli ve paylaşılması kolay olmak.”*

Bunu yeni bir kavram olarak konuşuyor olsak dahi uygulamada aynı şeyi söyleyemeyiz. Twitter mwitter gibi platformlar zaten bunu yaparak hayatlarına başladılar. Twit başına 140 karakter. Şimdilerde günde 65 milyon tweet…

Televizyonlardan akıllı telefonlara, hatta arabalarımıza ve ileride beyaz eşyalarımıza kadar çevremizdeki her bir cihaz bizim için birer içerik toplayıcı/sunucu olagelmekte. Dolayısıyla üretilen çok sayıda içerik pek çok alternatif kanaldan hedef kitlesine ulaşmaya çalışıyor. Durum böyle olunca derinlemesine okumalar, detaylı araştırmalara rağbet azalıyor. Çok sayıda farklı kaynaktan kısa bilgilere ulaşmak daha cazip hale geliyor.

Peki atıştırmalık içerik nasıl olmalı? Etkili sunumların ustası Guy Kawasaki atıştırmalık içeriklere dair şu önerilerde bulunuyor**:

  • 8 Dakikalık videolar yerine en fazla 60-90 sn. uzunluğunda videolar daha izlenebilir ve etkilidir.
  • Infografikler kolay anlaşılır arayüzleri ile farklı hikayeleri veri kullanarak anlatmada etkilidir. Ses ve animasyon içerenleri daha tercih edilebilirdir.
  • Quora benzeri bir ekosistemde en fazla 2-3 paragraf hızlı gözatma için yeterlidir.
  • Kurumsal ve kişisel bir blogda 500-700 kelimelik bir post en idealidir.
  • Yazılarda, yararlanılan araştırmaları uzun anlatmak yerine referans vermek ilgi çekmek ve bağlılığı artırmada önemli bir yardımcıdır.
  • Kendi sosyal kanallarınızda çok kısa postlar kullanılmalıdır.
  • Sunumlarınızda 10-15 slayt kullanın.

 

*Campaign Turkiye, 6 Temmuz 2015
** Marketingprofs.com